Milyonların kalbini yakalayan bir sanatçı düşünün. Bhangra ritimlerini grime’ın enerjisiyle, Bollywood’un nostaljisini hip-hop’un özgüveniyle harmanlayan bir isim: Raf Saperra. Bir çok insanın “en heyecan verici yeni sanatçılardan biri” diye tanımladığı Saperra, kısa sürede yalnızca İngiltere’nin değil, küresel müzik sahnesinin en dikkat çekici figürlerinden biri haline geldi.
Onun müziğinde çarpıcı olan şey, geçmiş ile geleceğin, yerel ile küreselin birbiriyle kaynaşması. “Step Out” şarkısında Punjabi sözleri, aşkı ve doğayı betimleyen neredeyse tasavvufi bir lirizme sahip. “Güneşte olgunlaşan Keşmir meyvesi gibi yanakları kızarır” dizesi, hem köklü bir şiirsel geleneğin yansıması hem de modern bir pop hit’in içinde yankılanan bir nostalji. Spotify ve YouTube’da milyonlarca kez dinlenen şarkı, dub, dancehall ve hip-hop tınılarını Punjabi vokalleriyle harmanlayarak evrensel ama bir o kadar da kişisel bir duygu yaratıyor.
Streatham, Güney Londra’da doğan ve Pakistanlı Müslüman bir ailede büyüyen Saperra, çocukluğundan itibaren farklı müzik kültürlerinin ortasında şekillendi. Evde annesinin Bollywood şarkıları, 90’ların bhangra kayıtları; kardeşlerinden Eminem, Black Sabbath ve Wu-Tang Clan; okulda ise grime ritimleriyle freestyle denemeleri… Tüm bu karışım, onun bugün sahnede sergilediği hibrit kimliğin temelini oluşturdu.
Genç yaşta kendi yolunu çizerken, gelenekten kopmamayı da bildi. Dhol (iki taraflı davul) çalmayı öğrenmek için Güney Londra’da sınıf bulması neredeyse imkânsızdı ama o ısrar etti. Kendi deyimiyle “samanlıkta iğne arar gibi” bulduğu bu sınıflarda hem enstrümanını hem de Punjabi halk müziğinin temelini oluşturan Boliyan’ları keşfetti. Daha sonra klasik Hint müziği hocalarından ders alarak sesini eğitti ama hiçbir zaman kendi aksanını kaybetmedi. Bugün duyduğumuz Raf Saperra sesi, işte bu yolculuğun özgün ürünü.
Apartman No:26 Notu
Raf Saperra’nın hikâyesi, Londra’nın çok kültürlü dokusunun müzikte nasıl bir evrensel dile dönüştüğünün en canlı kanıtı. Kendi köklerinden kopmadan, yeni formlar deneyerek ve topluluğunu büyüterek ürettiği her şarkı, aslında “kimlik ve aidiyet” üzerine çağdaş bir manifesto. Onu dinlerken sadece bir sanatçının yükselişine değil, aynı zamanda modern göçmen deneyiminin müzikal yansımasına da tanıklık ediyoruz.