Akıştasın: Rebecca Ness: “Sıradan Hayatın Sırları” Sergisiyle Ben Brown Fine Arts’ta!

Yükleniyor
svg

Rebecca Ness: “Sıradan Hayatın Sırları” Sergisiyle Ben Brown Fine Arts’ta!

Ağustos 27, 20255 dk okuma süresi

Londra sanat sahnesi, New York merkezli figüratif ressam Rebecca Ness‘in yeni eserlerinden oluşan ilk kişisel sergisiyle hareketleniyor. Ben Brown Fine Arts galerisinde, 25 Eylül – 30 Ekim 2025 tarihleri arasında sanatseverlerle buluşacak olan bu sergi, Ness’in gündelik hayatı ve insan hikayelerini anlatan büyüleyici dünyasına bir pencere açıyor.

Gündelik Hayatın Görsel Hikaye Anlatıcısı

Rebecca Ness, hayatın içinden figürleri; onları çevreleyen mekanlar, objeler ve geçici unsurlar aracılığıyla betimliyor. O, özünde bir anlatı ressamı; her biri görsel ipuçlarıyla dolu, sıkı bir şekilde kurgulanmış sahneler yaratıyor. Eserleri, teknik olarak virtüözite barındırırken, biçimsel olarak karmaşık ve canlı, cesur bir benlik duygusuyla dolu.

Ness’in resimleri, foto-gerçekçilikten uzak durarak, birebir temsil veya katı perspektif kuralları yerine, yağlı boyanın maddeselliğinden zevk alıyor. Sanatçının fırça darbeleri belirgin, jestleri kasıtlı ve yüzey her zaman canlı. Bu yaklaşımıyla Ness, kendini David Hockney, Norman Rockwell ve özellikle Lucian Freud gibi figüratif ressamların mirasına dahil ediyor.

“Painter’s Chair” (2025) adlı eseri, Freud’un Londra stüdyosuna yaptığı bir ziyaretin ardından yaratılmış. Sıyırılmış boyaları, kullanılmış tüpleri ve lekeli mobilyaları yakalayarak Freud’un varlığını yokluğu üzerinden çağrıştırıyor. Ness, kendi koşullarında, onun boyasını, onun tarzında resmediyor. Bu eser, bir etki ve sanatsal soy kütüğü üzerine bir çalışma, aynı zamanda mirasın karmaşıklığı üzerine bir yansıma.

Rebecca Ness, 'Talking to Mom', 2025, Oil on linen, 228.6 x 152.4 cm. (90 x 60 in.)

Freud’a Karşı Koyan Bir Bakış

Ness, Batı sanat tarihinin yağlı boya geleneğinin bir mirasçısı olarak, önceki sanatçılarla bir karşıtlık içinde çalışıyor. Freud’un soğukluğuyla tanınması ve başı “sadece başka bir uzuv” olarak görmesiyle ünlü olmasına karşın, Ness tam tersi bir yaklaşım benimsiyor. “Kelley” (2025) adlı eserinde, bedenin üzerinde duruyor, ton geçişlerinde ve anatomik detaylarda adeta lüks içinde yüzüyor. Soğuk mavi alt tonlar ve yarı saydam damarlar Freud’a bir selam duruşu olsa da, teknik yeniden yorumlanmış ve Ness’in kendi yaşanmış deneyimiyle üst üste bindirilmiş.

Sanatçının, kendi hayatından arkadaşları, partnerleri ve Brooklyn topluluğunun üyeleri gibi figürleri, tarihsel olarak Batı sanatının kanonik konularına ayrılan bir merkezilikle tuvale yerleşiyor. Yakın zamanda yaşadığı kişisel bir kayıp, bu eserlerin altına dokunaklı bir akım katıyor. Annesinin vefatı üzerine bir seri olan “Talking to Mom” (2025) adlı eserde, Ness kendini Brooklyn sokaklarında yürürken, hafızayla sessiz bir iletişim içinde resmediyor. Bu eserler, derin kişisel olmalarına rağmen, onun detaylara olan kalıcı dikkatini ve acıyı görsel bir dille evrenselleştirme yeteneğini gösteriyor.

Ness’in çalışmaları, özellikle David Hockney’nin fotoğraf ve perspektif araştırmalarından ilham alıyor. Hockney gibi o da tek noktadan bakış açısını istikrarsızlaştırıyor, kompozisyonlarını eğik veya imkansız açılardan inşa ederek bakma eylemini ön plana çıkarıyor. Bu yeni eserleriyle Ness, tarihsel olarak kendisi gibi sesleri dışlayan bir gelenek içinde yerini sağlamlaştırıyor. Kimliğinin, topluluğunun ve kültürel anının merceğinden, sanatsal kanonu yeniden yapılandırıyor. Ness sadece bakmamızı istemiyor, aynı zamanda orada bulduğumuz her şeyin içindeki tuhaf, kırılgan, komik ve şiddetle gerçek insanlığı hissetmemizi istiyor.

Bu haber adada kalmaya devam etsin mi?

0 People voted this article. 0 Upvotes - 0 Downvotes.
Yükleniyor
svg