Akıştasın: Charles Bukowski’nin Kaleminden Van Gogh: Bir Yalnızlığın Anatomisi

Yükleniyor...
svg

Charles Bukowski’nin Kaleminden Van Gogh: Bir Yalnızlığın Anatomisi

Mart 9, 20257 dk okuma süresi

Komşu, haberi sana okumamı ister misin?

Sanat, çoğu zaman sanatçının iç dünyasının bir yansımasıdır. Vincent Van Gogh da ruhunun en karanlık köşelerini, en çarpıcı renklerle tuvale aktaran bir sanatçıdır. Charles Bukowski’nin ona ithafen yazdığı şiir, Van Gogh’un trajedisini ve bugün gördüğümüz hayranlığın zamanında ona ne kadar uzak olduğunu gösteriyor. Peki, gerçekten de Van Gogh, günümüzde gördüğü sevgiyi hak edecek bir hayat yaşadı mı, yoksa trajedisi onu büyüleyen bir figüre mi dönüştürdü?

Bir Yalnızlık Hikâyesi

Van Gogh, 1853’te Hollanda’da doğdu. Çocukluğunda yalnız bir çocuk olarak büyüdü ve sanatla ilgilenmeye başladığında da içinde hep bir huzursuzluk vardı. Yaşamı boyunca ne ailesinden ne de toplumdan tam anlamıyla kabul gördü. Gençliğinde çeşitli işlerde çalıştı, fakat hiçbirinde dikiş tutturamadı. Rahip olmaya çalıştı, başarısız oldu. Sanatçı olmaya karar verdiğinde ise toplumun gözünde “başarısız bir adam” olmaktan kurtulamadı.

Charles Bukowski’nin şiiri, Van Gogh’un trajedisini vurgularken, bir yandan da zamanın ve toplumun ona nasıl yabancılaştığını gösteriyor. “Kendini beğenmiş hatunlar geziniyordu / Van Gogh kendini vurduğunda.” dizeleri, dünyada her şey olağan seyrinde devam ederken Van Gogh’un yalnızlığına ve ölümüyle bile bir değişim yaratamamış oluşuna işaret ediyor. O, her zaman olduğu gibi, görünmeyen, duyulmayan biriydi.

Van Gogh Hakkında 9 Şaşırtıcı Bilgi - Ortadoğu Gazetesi - Güncel haberler  ve analizler

Aşkın ve Takdirin Eksikliği

Van Gogh, hayatı boyunca ne romantik ilişkilerde ne de sosyal hayatta arzuladığı sevgiyi bulabildi. Bukowski, “Öpülmemiş, ve / daha kötüsü.” dizeleriyle bu gerçeğe dokunuyor. Onun hayranlık duyduğu kadınlar, ona karşılık vermedi. Sanatına duyduğu tutku, insanların ona olan ilgisini çekmeye yetmedi. Ömrü boyunca sadece kardeşi Theo ona gerçekten inandı ve maddi-manevi destek verdi. Bugün tablolarına bakıp hayran olan insanlar, onun yaşarken yaşadığı sefaleti hayal bile edemez.

Şiirde geçen “Yanından geçiyorum sokakta: / ‘nasıl gidiyor, Van?’ / ‘Bilmiyorum, moruk’ diyor / yürümeye devam ederek.” dizeleri, sanki bir hayalet gibi yaşayan Van Gogh’un, toplum içinde var olup da aslında görünmez olduğunu hatırlatıyor. O, hayatında sanat dışında hiçbir şeyde başarılı olamayan, her zaman kaybeden bir adamdı.

Renkler Patlıyor: Sanatın Sonsuzluğa Uzanışı

Van Gogh’un dünyası, kendi içinde büyük bir çelişki barındırıyordu. Bir yanda melankoli, yalnızlık ve kederle dolu bir yaşam, diğer yanda ışık saçan, enerji dolu fırça darbeleriyle yaratılmış sanat eserleri…

Bukowski’nin “Renkler patlıyor: / aşk sarhoşu / bir yaratık daha.” dizeleri tam da bunu anlatıyor. Van Gogh’un tablolarına baktığımızda, canlı sarılar, derin maviler, tutkulu kırmızılar görüyoruz. Onun fırça darbeleri, ruhunun fırtınalı dünyasını gözler önüne seriyor. Sanatı, kendisini ifade etmenin tek yoluydu ve belki de bu yüzden, yaşarken hiç tanınmasa da bugün milyonlarca insanın ruhuna dokunmayı başarıyor.

Ünlü Yazar Charles Bukowski Hakkında 7 Gerçek | ListeList.com

Ölüm: Bir Çıkış mı, Bir Çığlık mı?

Van Gogh’un ölümü, onun hayatındaki en büyük ironiyle sonuçlandı: Ölümünden sonra tanındı, takdir edildi, sevildi. Bukowski, “Tablolarına bakıp / seviyorlar onu / şimdi.” diyerek, bu trajediyi vurguluyor. Van Gogh’un yaşarken ihtiyacı olan şey, öldükten sonra geldi. Onun en büyük acısı belki de budur: Ölmeden önce sevgiye duyduğu açlık, öldükten sonra doyuruldu.

Van Gogh’un kendini vurması, bir çıkış mıydı, yoksa bir çığlık mı? Belki de her ikisi de… “Ben gitmek istiyorum / dedi, / o zaman.” dizeleri, bu kararı kabullenmiş bir adamın son sözleri gibi. O, yaşadığı dünyada kabul edilmediğini, anlaşılmadığını biliyordu. Giderek artan akıl sağlığı sorunları ve yalnızlığı, onu bu trajik sona götürdü.

Bukowski’nin Perspektifinden Van Gogh

Bukowski de tıpkı Van Gogh gibi toplumun kenarında duran, kalabalığın içinde bile yalnız kalan bir figürdü. Belki de bu yüzden Van Gogh’u anlıyor, onunla bağ kurabiliyordu. Şiir, bir sanatçının yalnızlığını, anlaşılamamışlığını ve ölümle birlikte gelen ironik şöhretini ele alıyor. Bukowski, Van Gogh’un kaderini kabullenmiş bir ses tonuyla anlatıyor; dramatize etmiyor, ona acımıyor. Sadece gerçeği olduğu gibi ortaya koyuyor.

Sonuç: Van Gogh’un Bugünkü Yeri

Bugün Van Gogh’un tabloları milyonlarca dolara satılıyor. Müzelerde, galerilerde ona hayranlıkla bakan insanlar var. Fakat Bukowski’nin de işaret ettiği gibi, bu sevgi geç geldi. O öldükten sonra büyük bir sanatçı oldu, yaşarken ise sadece bir “deli” olarak görüldü. Peki, sanatçıları yaşarken anlamaya ne zaman başlayacağız? Onların yalnızlıklarını ve acılarını fark edebilecek miyiz?

Van Gogh’un hikâyesi, yalnızca sanat tarihinin değil, insanlığın da büyük bir ironisidir. O, dünyaya bambaşka bir bakış açısı sundu, ama dünya onu ancak çok geç fark etti. Belki de Van Gogh’un asıl trajedisi budur: Sevilmek için ölmek zorunda kalması.

 

Bu haber adada kalmaya devam etsin mi?

Kalsın0SonuçlarGitsin
0 People voted this article. 0 Upvotes - 0 Downvotes.
svg

Aklında bir şey mi var?

Yorumları göster / Yorum yap

Cevap ver

Yükleniyor...
svg