Potsdam’daki Das Minsk, 8 Şubat 2026’ya kadar sürecek olan “Wohnkomplex: Art and Life in Plattenbau” sergisiyle, prefabrik binaları sadece birer barınma alanı değil; birer sosyal ütopya, birer ideolojik simge ve en önemlisi, kişisel belleklerin saklandığı birer kovan olarak ele alıyor. 50’ye yakın eserin yer aldığı bu seçki, Berlin’in Marzahn’ından Halle-Neustadt’ın gri koridorlarına kadar uzanan geniş bir coğrafyada, “tek tip” yaşamın içindeki biricikliği arıyor.
Serginin kalbinde, bu binaların 1970’li ve 80’li yıllardaki altın çağı yatıyor. O dönemde merkezi ısıtması, banyosu ve modern mutfağıyla “modernite”nin zirvesi kabul edilen bu daireler, bugün neden fakirlik ve suçun simgesi haline geldi? Sergi, bu algısal kırılmayı sanatçıların gözünden sorguluyor:
-
Markus Draper ve “Gri Bölge”: Draper’in ‘Grauzone’ yerleştirmesi, bu anonim blokların aynı zamanda nasıl birer saklanma yeri olabileceğini (RAF teröristlerinin buralarda yıllarca gizlenmesi gibi) politik bir arka planla sunuyor.
-
Sibylle Bergemann ve Kurt Dornis: Üst katta, Plattenbau dairelerinin iç dünyasına sızıyoruz. Dornis’in ‘Zweite Schicht’ (İkinci Vardiya) tablosundaki o meşhur “servis penceresi”, ev içindeki kadın-erkek eşitliğini sağlamak için tasarlanmış bir ütopya olsa da, Sibylle Bergemann’ın fotoğrafları bu pencerelerin zamanla nasıl sadece birer rafa dönüştüğünü; ütopyanın gündelik hayatın gerçekliğine nasıl çarptığını gösteriyor.
-
Sabine Moritz: Sanatçının çocukluk anılarını taşıyan Jena-Lobeda çizimleri, o devasa anonim blokların aslında nasıl “ev”e dönüştüğünü, çocuk gözüyle duyumsatıyor.
Apartman No: 26 Notu
Das Minsk’in önündeki karlı yollar ve Plattenbau’nun brütalist estetiği bugünlerde muazzam bir melankolik uyum içinde. Bir influencer’ın TikTok’ta bu binaları romantize etmesiyle başlayan tartışmalar bir yana; bu sergi bize, insanın en gri betonun içinde bile kendine ait bir “renk” ve “topluluk” yaratma azmini hatırlatıyor.