George Orwell’ın 1949 yılında kaleme aldığı 1984 romanı, bir distopyadan çok daha fazlasıydı: bir uyarı, bir öngörü, belki de bir kehanet. “Büyük Birader seni izliyor” cümlesi, yalnızca edebi bir sembol değil; günümüzde dijital çağın gerçekliğini anlatan soğuk bir gerçektir. Peki Orwell’ın kurguladığı gözetim toplumu ile bugünkü dijital yaşam biçimimiz arasında ne gibi benzerlikler var?
Büyük Birader: Bir Kurgu mu, Yoksa Dijital Çağın Gerçeği mi?
Orwell’ın dünyasında vatandaşlar sürekli izlenir. Telescreen adı verilen cihazlar hem bilgi verir hem de bireyleri gözetler. Her davranış, her mimik potansiyel bir suçun işareti olabilir. Gözetim sadece fiziksel değil, zihinsel bir kontrol mekanizmasıdır. Düşünce suçu (thoughtcrime) kavramı bu nedenle ortaya çıkar.
Bugün ise bu telescreen’ler yerini cep telefonlarına, akıllı televizyonlara, sosyal medya platformlarına ve gözetim kameralarına bıraktı. Google’da yaptığımız aramalar, Spotify’daki müzik zevkimiz, Instagram’da beğendiğimiz bir gönderi… Hepsi birer veri parçası ve hepsi izleniyor, analiz ediliyor ve tahmin ediliyor. Orwell’ın “Büyük Birader”i artık tek bir kişi değil, milyonlarca algoritmanın yönettiği dev bir sistem.
Gözetim Gönüllülükle Geldi
1984‘te gözetim zorla uygulanır; insanlar korku içinde yaşar. Ancak günümüzde gözetimi bizler gönüllü olarak kabul ettik. “Kabul et ve devam et” butonlarıyla veri politikalarını onayladık, lokasyon servislerini açtık, akıllı cihazları evimize davet ettik.
Örneğin: Akıllı saatler sayesinde nabzımız, uyku düzenimiz ve hareket alışkanlıklarımız kaydediliyor. Sosyal medya platformları, kullanıcı davranışlarını inceleyerek reklam algoritmalarını optimize ediyor. Orwell’ın telescreen’i artık cebimizde, bileğimizde ve evimizin içinde.
Veri = Güç
1984’te Partinin en güçlü silahı, bireyler hakkında her şeyi bilmesiydi. Kim, ne zaman, ne düşündü? Kimin kime sempatisi var? Kim sistemin dışına çıkmak istiyor? Bu bilgiler iktidarın elini güçlendiriyordu.
Günümüzde ise veri, hem ticari hem siyasi güç anlamına geliyor. Facebook skandalları, Cambridge Analytica gibi veri manipülasyon olayları, bireysel tercihlerimizin nasıl yönlendirilebileceğini ve demokratik süreçlerin nasıl şekillendirilebileceğini ortaya koydu. Orwell’ın “düşünce polisi” artık yazılı değil; yazılımdan ibaret.
Dilin Manipülasyonu ve Algoritmalar
Roman boyunca geçen Newspeak (Yeni Konuş) kavramı, dilin sadeleştirilerek bireyin düşünme kapasitesinin daraltılması üzerine kuruludur. Böylece toplum eleştirel düşünceden uzaklaşır.
Bugünün karşılığı ne olabilir? Algoritmalar tarafından bize sunulan, “hoşumuza gidecek” içeriklerle sınırlı kalmamız. Farklı görüşleri görmememiz. TikTok, YouTube ya da X (eski adıyla Twitter) algoritmaları, bizi düşünmeye değil, izlemeye, kaydırmaya ve daha fazlasını istemeye yönlendiriyor. Bilgi bolluğu içinde filtrelenmiş, doğrulanmamış, manipülatif verilerle çevreleniyoruz. Orwell’ın hedeflediği gibi “sorgulamayan ama tüketen” bireyler haline geliyoruz.
Ne Yapmalı?
Orwell’ın dünyası bir uyarıydı; nihayetinde 1984 bir kurguydu. Ancak günümüzde gözetim kültürü gerçek bir tehdit halini aldı. Dijital okuryazarlık, veri bilinci ve etik teknoloji kullanımı hiç olmadığı kadar önemli.
Şu adımlar bireysel bilinçlenme için kritik:
-
Sosyal medya gizlilik ayarlarını düzenlemek
-
Şeffaflık ilkesiyle çalışan uygulamaları tercih etmek
-
Veri güvenliğiyle ilgili farkındalık geliştirmek
-
Dijital detoks zamanları yaratmak
Orwell Haklı mıydı?
1984‘ün en çarpıcı yönü, yazıldığı dönemle kıyaslandığında bugün daha anlaşılır ve tanıdık olmasıdır. Orwell gözetimi korku yoluyla betimlemişti; bugün ise gözetim, alışkanlıklarımızın doğal bir parçası gibi sunuluyor.
Yani evet, Orwell belki zamanının ötesinde düşündü. Ama bugünü görseydi bile muhtemelen bir konuda çok şaşırırdı: İnsanların kendi rızalarıyla gözetlenmeye bu kadar istekli olması.
Aklında bir şey mi var?
Yorumları göster / Yorum bırak