Benjamin Christensen’in Häxan filmi, sinema tarihine yalnızca bir “horror klasiği” olarak değil, aynı zamanda yasaklanmış bir eser olarak da geçti. Orta Çağ’daki cadı avlarını belgeyle hayalin arasında kurduğu köprüyle anlatan film, gösterime girdiği 1922’de ABD başta olmak üzere birçok ülkede yasaklandı. Nedeni açıktı: şeytani imgeler, şiddet, çıplaklık ve dönemin ahlak anlayışını zorlayan “blasphemous” sahneler.
Film, Katolik engizisyoncu Heinrich Kramer’in cadıları teşhir etmeye yönelik Malleus Maleficarum metninden ilham alıyor. Ancak Christensen, belgeleri kuru bir tarih anlatısı olarak bırakmıyor; onları grotesk fantezilere dönüştürüyor. Cadılar süpürgelerle uçar, çocuklar kanla ritüellere kurban edilir, insanlar kaynar kazanlarda haşlanır. En rahatsız edici anlardan birinde bir cadının ölü bir bebeği ritüel için tuttuğu sahne var. Bu görüntüler 1920’lerin izleyicisi için yalnızca “rahatsız edici” değil, doğrudan yasaklanacak kadar dehşet vericiydi.
ABD’de yasak 1929’a kadar sürdü, fakat film her yeni kuşakta şok edici ve büyüleyici gücünü korudu. Aradan 103 yıl geçti, Häxan hâlâ bugünün gözleriyle izlediğimizde ürkütücü. Belki de bu yüzden Robert Eggers, 2016’daki The Witch filmi için doğrudan Häxan’dan ilham aldığını açıkça söyledi.
Bugün Häxan rahatlıkla erişilebilir, restore edilmiş kopyaları bile var. Ama filmin asıl gücü, “cadı” kelimesini tarihsel adaletsizliklerin, korkuların ve hayal gücünün ortak noktasına yerleştirmesinde. Bir yüzyıl önce yasaklanmış olması da, aslında onun doğru yere dokunduğunu kanıtlıyor.
Apartman No:26 Notu
Kimi filmler, yasaklandıkları dönemin korkularını değil, insanlığın hiç bitmeyen kabuslarını gösterir. Häxan tam da bu yüzden hâlâ büyüsünü sürdürüyor.